Andersen Masalları
Bezelye Prenses
Parmak Kız
Küçük Denizkızı
Kral Çıplak
Cesur Kurşun Asker
Yaban Kuğuları
Çirkin Ördek Yavrusu
Çam Ağacı
Karlar Kraliçesi
Çoban Kızı İle Baca Temizleyicisi
Kibritçi Kız
Bülbül
Uçan Sandık
Eski Ev
Cennet Bahçesi
Melek
Bataklıklar Kralının Kızı
Fareli Köyün Kavalcısı
İletişim
masallar@parkecila.net
|
MELEK
Ne zaman iyi kalpli, uslu bir çocuk ölse, Tanrı’nın meleklerinden biri
yeryüzüne iner, çocuğu kucağına alır, büyük beyaz kanatlarını açar,
çocuğun sevdiği yerlerde uçardı. Topladığı bir avuç çiçeği de,
yeryüzündekinden daha güzel açsınlar diye, Tanrı’ya götürür. Tanrı bütün
çiçekleri sevinçle karşılayıp bağrına basar, ama çocuğun en çok sevdiği
çiçeğe bir öpücük kondurur, işte o zaman çiçek bir sese kavuşur ve o büyük
mutluluk içinde kuşlar gibi ötmeye başlardı.
Bunları Tanrı’nın bir meleği, ölmüş bir çocuğa, onu gökyüzüne taşırken
anlattı ve çocuk sanki bir rüyadaymış gibi dinledi anlatılanları. Çocuğun
oyunlar oynadığı yerlerin üzerinden geçtiler, güzelim çiçeklerin açtığı
bahçelere geldiler.
“Hangi çiçekleri alıp gökyüzüne dikelim?” diye sordu melek.
Orada muhteşem güzellikte, ince bir gül fidanı vardı, ama hain bir el onu
ortasından öyle bir kırmıştı ki, iri goncalarla dolu dalları yanlarına
sarkıp kalmıştı.
“Zavallı gül fidanı!” dedi çocuk. “Onu alalım da, yukarda, Tanrı’nın
yanında açsın!”
Melek, gül fidanını aldı ve bu düşüncesinden ötürü çocuğu öptü, çocuk
gözlerini araladı. Birlikte gösterişli, çok güzel çiçekler topladılar, ama
hercai menekşe gibi, pek önemsenmeyen çiçeklerden de aldılar.
“Çiçeklerimizi de var artık!” dedi çocuk sevinçle, melek başını salladı,
ama hâlâ Tanrı’nın yanına uçmuyorlardı. Gece olduğunda çer-çöp, pılıpırtı
yığınlarıyla dolu, dar bir sokağın üzerinde süzülmeye başladılar. Birileri
taşınmıştı. Tabak-çanak parçaları, biblo kırıkları, paçavralar ve eski
şapkalar gibi döküntüler saçılmıştı her yere.
Melek, bu kargaşa içinde, bir saksının kırıkları ile saksıdan dökülmüş bir
toprak yığınını gösterdi. Kurumuş diye sokağa atılan iri bir kır çiçeğinin
kökleri, sımsıkı tutunuyordu toprağa.
“Bunu alalım!” dedi melek. “Uçarken anlatırım niçin aldığımı!”
Uçmaya başladıktan sonra melek anlatmaya başladı: “Orada, o dar sokaktaki
basık bir bodrum katında, zavallı, hasta bir oğlan çocuğu yaşıyordu. Bu
çocuk bebekliğinden beri yatalaktı. Kendini iyi hissettiği zamanlarda,
küçük odasında koltuk değnekleriyle gezinirdi biraz, hepsi o. Yaz
aylarının bazı günlerinde bodrum katının holüne, bir yarım saatliğine
güneş gelirdi. İşte o zaman bu çocukcağız ellerini güneşe tutarak, incecik
parmaklarının damarlarındaki kanın dolaşmasını izler, bu da onun dışarı,
gezmeye çıkması anlamına gelirdi. İlkbahar yeşilliğine bürünmüş ormanı,
komşunun oğlu ona bir kayın dalı getirdiğinde tanıdı ancak. Çocuk dalı
havaya kaldırıp ona baktı ve güneşin parladığı, kuşların cıvıldadığı
ormanda, kayın ağacının altında oturduğunu hayal etti. Yine bir bahar
gününde, komşunun oğlu ona kır çiçekleri de getirdi, tesadüfen çiçeklerden
birinin kökleri duruyordu. Bu yüzden çiçeği bir saksıya dikip, çocuğun
yatağının hemen yanındaki pencerenin içine koydular. Çiçek uğurlu bir el
tarafından dikilmiş olacak ki, tuttu, kök saldı, yeni sürgünler verdi ve
her yıl çiçek açtı. Hasta çocuğun bahçesi, onun bu dünyadaki küçük
hazinesi oldu. Çocuk çiçeği suladı, ona baktı ve pencereye vuran her gün
ışığının, sonuna kadar ona temas etmesine özen gösterdi. Çiçek rüyalarına
girdi, çünkü sadece onun için açıyor, kokusunu ona saçıyor ve gözlerini
şenlendiriyordu. Tanrı çocuğu çağırınca, çocuk yüzünü çiçeğe çevirip öyle
öldü. Çocuk bir yıldır Tanrı’nın yanında, çiçek ise pencerede unutuldu,
solup gitti. Bu yüzden de evdekiler taşınırken sokağa atıldı. İşte bizim
demetimize eklediğimiz çiçek, o zavallı kurumuş çiçektir; onu aldık, çünkü
o, kraliçenin bahçesindeki en nadide çiçekten daha fazla mutluluk kaynağı
oldu.”
“Peki ama sen nereden biliyorsun bunları?” diye sordu, meleğin gökyüzüne
taşıdığı çocuk.
“Biliyorum!” dedi melek. “Biliyorum, çünkü koltuk değnekleriyle yürüyen o
hasta küçük çocuk bendim! Kendi çiçeğimi tanımaz mıyım!”
Ve çocuk gözlerini tamamen açıp meleğin o güzel, şefkatli yüzüne baktı. O
sırada Tanrı’nın mutluluk ve sevinç dolu göklerine varmışlardı artık.
Tanrı ölmüş çocuğu bağrına bastı, çocuğun da öteki meleğinki gibi
kanatları oldu. Artık ikisi birlikte, el ele uçuyorlardı. Tanrı bütün
çiçekleri bağrına bastı, ama o zavallı, kurumuş çiçeği öptü ve çiçek sese
kavuştu, Tanrı’nın çevresinde, kimi biraz daha yakında, kimi uzakta
daireler çizerek süzülen ve uçuşları, mutluluk içinde sonsuzluğa kadar
süren diğer bütün meleklerle birlikte şarkılar söylemeye başladı. Hepsi
şarkı söylüyordu, küçük, büyük hepsi… O karanlık, dar sokakta, döküntüler
ve pılı pırtıyla birlikte sokağa atılan zavallı kır çiçeği gibi, ölen
çocuk da şarkılar söylüyordu şimdi.
|
İstediğiniz Kitaplara Ulaşabilmek İçin

İletişim
masallar@parkecila.net
|