Andersen Masalları
Bezelye Prenses
Parmak Kız
Küçük Denizkızı
Kral Çıplak
Cesur Kurşun Asker
Yaban Kuğuları
Çirkin Ördek Yavrusu
Çam Ağacı
Karlar Kraliçesi
Çoban Kızı İle Baca Temizleyicisi
Kibritçi Kız
Bülbül
Uçan Sandık
Eski Ev
Cennet Bahçesi
Melek
Bataklıklar Kralının Kızı
Fareli Köyün Kavalcısı
İletişim
masallar@parkecila.net
|
KİBRİTÇİ KIZ
Korkunç bir soğuk vardı; kar yağıyordu ve akşam karanlığı bastırmak
üzereydi. Yılın son gecesiydi, yani yılbaşı gecesi. Bu soğukta, bu
karanlıkta, küçük bir kız çocuğu, başı açık halde ve yalınayak yürüyordu
sokakta. Aslında evden çıkarken ayaklarına terlik giymişti ama bunlar bir
işe yaramamıştı! Ayağına çok büyük geliyorlardı, bunlar eskiden annesinin
giydiği terliklerdi. Öyle büyüktüler ki, küçük kız sokakta karşıdan
karşıya geçerken, doludizgin giden iki araba üzerine doğru gelince,
telaştan terlikler ayağından çıkıvermiş ve kaybolmuştu. Birini bulamamış,
diğerini de bir oğlan alıp kaçmış, kaçarken de, ilerde bir çocuğu olursa
terliği beşik yerine kullanacağını söylemişti.
İşte bu yüzden kızcağız soğuktan morarmış bir halde ayakları çıplak,
öylece ilerliyordu sokakta. Eski önlüğünde bir sürü kibrit vardı,
kibritlerin bir kısmını da elinde tutuyordu. Gün boyu hiç kimse bir
tanecik bile kibrit satın almamış, kimse beş kuruş vermemişti ona. Zavallı
küçük kız, karnı acıkmış, soğuktan donmuş halde karların içinde yürüyordu.
Yılgın ve ürkmüş görünüyordu. Bukle bukle ensesine dökülen, uzun sapsarı
saçlarına lapa lapa kar yağıyordu, ama onun bu güzelliği düşünecek hali
yoktu hiç. Bütün pencerelerde ışıklar parlıyor ve sokaklara nefis kaz
kızartması kokuları yayılıyordu. “Öyle ya, bu gece yılbaşı gecesi,” diye
düşündü.
Biri hafifçe sokağa doğru taşmış iki evin arasındaki bir köşeye büzülüp
oturdu. Küçük ayaklarını altına toplayarak oturmuştu, ama yine de gittikçe
daha çok üşüyordu. Buna rağmen eve gitmeye cesaret edemiyordu, çünkü bir
tane olsun kibrit satamamış, beş kuruş bile kazanamamıştı. Bu yüzden
babasından dayak yiyeceği kesindi, hem zaten ev de burası kadar soğuktu.
Ev dedikleri sadece bir çatı altıydı, koca koca delikleri samanlarla,
paçavralarla tıkadıkları halde, gene de bıçak gibi kesen bir rüzgâr
doluyordu içeri. Ah, küçük bir kibritin nasıl da yararı olurdu şimdi!
Kutudan bir tane alıp duvara sürtse de, parmaklarını ısıtsa ne iyi olurdu!
Sonunda dayanamadı, bir tane kibrit aldı. Duvara sürttü, bir kıvılcımla
yandı kibrit! Ne de güzel yanmıştı. Avucunun içine alınca, küçük bir mum
gibi, sıcak parlak bir alevle yandı kibrit. Acayip bir ışıktı bu; küçük
kıza, pirinçten boruları ve süsleri olan kocaman demir bir sobanın önünde
oturuyormuş gibi gelmeye başladı. Soba alev alev yanıyor, harika
ısıtıyordu! Küçük kız ayaklarını uzattı, onları da ısıtmak istiyordu. O
anda alev söndü, soba birden yok oldu… Kızcağız elinde yanmış kibrit
çöpüyle öylece kalakaldı.
Bir kibrit daha yaktı, parladı alev ve alevin ışığı duvara vurunca, tül
gibi saydamlaştı duvar. Küçük kız odanın içini görüyordu şimdi; içerde,
göz kamaştıracak kadar beyaz bir masa örtüsü serilmiş masanın üzerinde
incecik şahane porselenler duruyordu, erik ve elmayla doldurulmuş kaz
kızartmasının dumanı tütüyordu. Ve sonra daha da şaşırtıcı, harika bir şey
oldu: Kaz tabaktan aşağı atladı, sırtında saplı çatal bıçakla beraber,
yerde badi badi yürümeye başladı; tam da zavallı kızın bulunduğu yere
doğru geliyordu. O sırada kibrit söndü, kalın, soğuk duvardan başka bir
şey görünmez oldu.
Küçük kız bir kibrit daha çaktı. Şimdi harika bir yılbaşı ağacının altında
oturuyordu; geçen yılbaşında o zengin tüccarın evinde, cam kapıdan bakıp
gördüğü ağaçtan çok daha büyük, çok daha süslüydü bu ağaç. Yeşil
dallarında yüzlerce mum yanıyor, vitrinlerde sergilenenlere benzeyen
rengârenk eşyalar yukarıdan ona bakıyorlardı. Küçük kız ellerini havaya
kaldırdı, o sırada kibrit söndü. Bir sürü yılbaşı mumu gökyüzüne
yükseliyor, küçük kız bunların birer yıldıza dönüştüğünü görüyordu. Derken
yıldızlardan biri kaydı ve gökyüzünde alevden uzun bir çizgi bıraktı.
“Şimdi birisi ölüyor!” dedi küçük kız, çünkü, kendisine iyi davranan tek
kişi olan, ama uzun zaman önce ölen yaşlı büyükannesi demişti ki: “Ne
zaman bir yıldız kaysa, ölen birinin ruhu gökyüzüne yükseliyor demektir!”
Kibritçi kız, duvara bir kibrit daha sürttü; kibrit yanar yanmaz etraf
aydınlandı ve bu aydınlığın içinde, nurlu, sevimli yüzüyle büyükannesi
belirdi.
“Büyükanne!” diye seslendi küçük kız. “Beni de al yanına! Biliyorum,
kibrit söner sönmez kaybolacaksın, sıcacık soba, güzelim kaz kızartması ve
o güzel, süslü yılbaşı ağacı nasıl kaybolduysa, sen de kaybolacaksın!”
Sonra telaşla, geriye ne kadar kibrit kaldıysa hepsini peş peşe yaktı,
büyükannesini bırakmak istemiyordu; kibritler öyle parlak yandılar ki, her
yer gündüz gibi aydınlandı. Büyükannesi hiç bu kadar büyük, bu kadar güzel
görünmemişti gözüne. Küçük kızı kollarına aldı ve ikisi birlikte, pırıl
pırıl bir aydınlıkta, mutluluk içinde gökyüzüne yükseldiler; artık soğuk,
açlık ve korku küçük kızdan uzaktı –Tanrının yanındaydı şimdi o.
Sabahın erken saatlerinde sokaktan geçenler küçük kızı bir evin köşesinde
otururken gördüler. Al al olmuş yanakları ve dudaklarında bir
gülümsemeyle, yılın son gecesinde donarak ölmüştü. Yeni yılın ilk sabahı,
onun küçük bedeni üzerine doğdu; hemen hemen hepsi yanmış bir tomar
kibritle orada öylece oturuyordu zavallıcık. “Isınmak istemiş!” dedi
herkes. Ama onun ne güzel şeyler gördüğünü, büyükannesinin yanında yeni
yıla nasıl da mutlu girdiğini hiç kimse bilmiyordu…
|
İstediğiniz Kitaplara Ulaşabilmek İçin

İletişim
masallar@parkecila.net
|