Andersen Masalları
Bezelye Prenses
Parmak Kız
Küçük Denizkızı
Kral Çıplak
Cesur Kurşun Asker
Yaban Kuğuları
Çirkin Ördek Yavrusu
Çam Ağacı
Karlar Kraliçesi
Çoban Kızı İle Baca Temizleyicisi
Kibritçi Kız
Bülbül
Uçan Sandık
Eski Ev
Cennet Bahçesi
Melek
Bataklıklar Kralının Kızı
Fareli Köyün Kavalcısı
İletişim
masallar@parkecila.net
|
İMPARATORUN
YENİ ELBİSELERİ(*)
Bir zamanlar bir imparator yaşarmış; bu imparator güzel, yeni elbiselere
bayılır, şık görünmek uğruna bütün parasını harcarmış. Yeni elbiselerini
göstermek için bir fırsat yaratmıyorsa, ne askerleriyle, ne tiyatroyla, ne
de orman gezintileriyle ilgilenirmiş. Günün her saati için ayrı bir kostüm
giyermiş; krallardan söz edilirken nasıl ki, “Devlet ileri gelenleriyle
toplantıda bulunuyor!” denilirse, bu imparator için de sürekli, “İmparator
elbise odasında bulunuyor!” denirmiş.
İmparatorun yaşadığı kent, pek neşeli, şenlikli bir yermiş; her gün birçok
yabancı gelirmiş bu kente. Günlerden bir gün, kendilerini dokumacı olarak
tanıtan ve dünyanın en güzel kumaşlarını dokuduklarını öne süren iki
dolandırıcı çıkmış ortaya. Söylediklerine göre, dokudukları kumaşlar
yalnızca renkleri ve desenleriyle alışılmadık güzellikte olmakla
kalmazmış; bu kumaşlardan dikilen giysilerin bir de özelliği bulunurmuş:
Görevine layık olmayan kişilerle, sırılsıklam aptal olanlar, bu giysileri
göremezmiş.
“Bunlar muhteşem elbiseler olmalı!” diye düşünmüş imparator. “Bu
elbiseleri giyersem, imparatorluğumdaki adamlardan hangisinin görevine
layık olmadığını hemen anlarım; akıllıları aptallardan ayırt edebilirim!
Evet, hemen bu kumaştan dokunmalı benim için.” Ve o iki şarlatana,
işlerine hemen başlasınlar diye, yüklüce bir peşinat ödemiş.
Adamlar hemen iki dokuma tezgâhı kurmuşlar ve başlamışlar sözde çalışmaya,
ama tezgâhlarında en ufak bir şey görünmüyormuş. Hemen en güzel
ipeklileri, en muhteşem altın sırmaları istemişler. Aldıklarını kendi
çantalarına atmışlar ve gece yarılarına kadar boş dokuma tezgâhında
çalışıp durmuşlar.
“Gidip bir bakayım, ne kadar ilerlemişler!” demiş imparator; ama
aptallarla yerinin adamı olmayanların kumaşı göremeyecekleri düşüncesi,
içten içe ürkütüyormuş onu. Gerçi kendisi için korkacak bir şey olmadığına
inanıyormuş ama, yine de önce bir başkasını gönderip durumu ondan
öğrenmeye karar vermiş. Dokunan kumaşın mucizevi gücünü bütün kent halkı
biliyor ve herkes, komşusunun ne kadar değersiz ya da aptal olduğunu
görmek için can atıyormuş.
“Dokumacılara, yaşlı, dürüst başbakanımı göndereyim!” diye düşünmüş
imparator. “Dokumanın ne kadar ilerlediğine en iyi o karar verir; çünkü
akıllıdır ve başbakanlığı ondan daha iyi yürütecek kimse de yoktur.”
Böylece iyi kalpli yaşlı başbakan, iki dolandırıcının boş tezgâhların
başında oturup çalıştıkları salona girmiş. Gözlerini iyice açıp bakmış.
“Aman Tanrım!” demiş içinden, “Hiçbir şey göremiyorum!” Ama kimseye bir
şey söylememiş.
İki düzenbaz, başbakana yaklaşmasını rica etmişler ve böyle güzel
desenleri, böyle muhteşem renkleri daha önce görüp görmediğini sormuşlar
ona. Bunları söylerken, bir yandan da boş tezgâhları gösteriyorlarmış.
Zavallı başbakan gözlerini ne kadar açarsa açsın, hiçbir şey göremiyormuş,
çünkü görülecek bir şey yokmuş ortada. “Tanrım, sakın aptalın teki
olmayayım ben!” demiş kendi kendine. “Böyle bir şey hiç aklıma gelmezdi,
bunu kimse öğrenmemeli! Yoksa görevime layık değil miyim? Hayır, kumaşı
göremediğimi söyleyemem, bu olacak iş değil!”
“Evet, hiçbir şey söylemediniz?” demiş dokumacılardan biri.
“Ooo, mükemmel, harika bir şey bu!” demiş yaşlı başbakan ve gözlüklerini
takıp bakmış, “Şu desen, şu renkler, fevkalade! Evet, son derece
beğendiğimi bildireceğim imparatora!”
“Çok memnun oluruz!” demiş dokumacılar. Başbakana renklerin adlarını
söyleyip, kumaşın deseni konusunda bilgi vermişler. Yaşlı başbakan,
anlatılanları imparatora olduğu gibi aktarabilmek için kulak kesilmiş,
iyice dinlemiş, dönünce de bir bir anlatmış.
Böylece dokumacılar daha fazla para, daha fazla ipek ve daha fazla sırma
istemişler, bunların hepsini dokumada kullanacaklarmış. Elbette
aldıklarının hepsini çantalarına atmışlar. Tezgâhta tek bir iplik bile
görünmüyormuş, ama onlar boş tezgâhlarında çalışmaya eskisi gibi evam
etmişler..
İmparator kısa bir süre sonra çalışma nasıl gidiyor, kumaş hazır mı diye
bakması için bir başka iyi memurunu yollamış. Başbakan gibi bu memur da
bakmış, bakmış, ama ortada boş tezgâhlardan başka bir şey bulunmadığı için
o da bir şey görememiş.
“Ne kadar güzel bir kumaş, değil mi?” demişler düzenbazlar ve olmayan
desenleri gösterip ballandıra ballandıra anlatmışlar.
“Ben kesinlikle aptal filan değilim!” diye düşünmüş adam, “görevime layık
değilim anlaşılan. Bu çok garip, ama kimseye belli etmemeli!” Ve başlamış
görmediği kumaşa övgüler yağdırmaya… Kumaşın güzel renkleri, eşi benzeri
görülmemiş deseni karşısında duyduğu sevinci belirtmiş. İmparatora ise,
“Evet, harika bir şey bu!” demiş.
Kent halkı artık sadece bu muhteşem kumaştan söz eder olmuş.
Böylece, tezgâhtaki kumaşı imparator bir de kendisi görmek istemiş.
Aralarında yaşlı başbakan ile değerli memurunun da bulunduğu, en seçkin
adamlarından oluşan bir heyetle birlikte, üzerinde tek bir iplik ve tek
bir tel sırma bile bulunmayan boş tezgâhta harıl harıl çalışmaya devam
eden iki kurnaz dolandırıcının yanına gitmiş.
“Evet, gerçekten de paha biçilmez bir şey bu, değil mi?” demiş iki değerli
memur. “Majesteleri görmek istemez mi” Şu desene, şu renklere bakınız!” Ve
boş tezgâhı göstermişler imparatora, çünkü ötekilerin, kumaşı
görebildiklerini sanıyorlarmış.
“Bu da ne demek oluyor!” diye düşünmüş imparator. “Hiçbir şey görmüyorum!
Olacak şey değil! Yoksa ben aptal mıyım? İmparator olmaya layık değil
miyim? Korkunç bir şey bu!” İçinden böyle düşünmüş, ama ağzından, “Oooo,
çok güzel, pek hoş!” sözleri çıkmış. “Gördüğüm en muhteşem şey!”
Hoşnutlukla başını sallamış, boş tezgâhı incelemiş; hiçbir şey görmediğini
belli etmek istemiyormuş. Yanında bulunanlar da, bakmışlar bakmışlar, ama
hiçbiri bir şey anlamamış bu işten… Ne yapsınlar onlar da, imparatorun
ardından, “Oooo, çok güzel, pek hoş!” demişler ve kendisine, bu muhteşem
kumaştan dikilecek elbiseyi, yaklaşmakta olan büyük törende giymesini
tavsiye etmişler. “Şahane, muhteşem, olağanüstü!” sözleri dillerde
dolaşıyor, herkes mutluluktan uçuyormuş. İmparator iki dolandırıcıya birer
şövalye nişanı takmış ve kendilerine, “Gizli Saray Dokumacıları” unvanı
vermiş.
Büyük törenden önceki gün, iki dolandırıcı bütün gece uyumamış ve on
altıdan fazla kandil yakıp sabaha kadar çalışmışlar. İmparatorun yeni
elbiselerini bitirebilmek için ne kadar çaba harcadıklarını herkes görmüş.
Tezgâhtan kumaşı çıkarır gibi yapmışlar, kocaman makaslarla havada kesip
biçmişler, ipliksiz iğnelerle dikmişler ve nihayet: “İşte bakın, elbiseler
hazır!” demişler.
İmparator sarayın bütün önde gelenlerini toplayıp dokumacıların yanına
gelmiş ve iki dolandırıcı, bir şey gösteriyormuş gibi birer kollarını
havaya kaldırıp: “İşte pantolon! İşte ceket! İşte pelerin!” diyerek bir
bir, olmayan giysileri göstermişler. “Hepsi de örümcek ağı kadar hafiftir!
İnsan üstünde hiçbir şey olmadığını sanır, ama bu kumaşın üstünlüğü de
burada zaten!” demişler.
“Eve!” demiş saray önde gelenleri, ama hiçbir şey görememişler, çünkü
görülecek bir şey yokmuş ortada.
“Majesteleri, üzerlerindeki giysileri çıkarmayı lütfederler mi acaba?”
demiş dolandırıcılar. “Çünkü kendilerine, şuradaki büyük aynanın önünde
yeni giysilerini giydirmek istiyoruz.”
İmparator giysilerini çıkarmış ve düzenbazlar ona, yeni giysileri teker
teker giydirmişler sözde; sonra onu belinden tutmuşlar, bir şey bağlıyor
gibi yapmışlar, güya pelerinin uzun eteğini bağlıyorlarmış. İmparator
aynanın önünde bir sağa dönmüş, bir sola…
“Harika görünüyorsunuz, üzerinize çok güzel oturdu!” diye bağrışmış
herkes. “Ne harika bir desen, ne muhteşem renkler! Paha biçilmez bir
kostüm bu!”
“Majestelerini tören alanına götürecek tahtırevan dışarıda bekliyor,” diye
bildirmiş protokol bakanı.
“Tamam, hazırım!” demiş imparator. “Yakıştı, değil mi?” Bir kez daha
dönmüş aynanın önünde, ne kadar şık olduğuna bakıyor gibi görünmesi
gerekiyormuş çünkü.
Pelerinin eteğini tutacak olan mabeyinciler, eteği kaldırıyormuş gibi,
ellerini yere değdirip kaldırmışlar. Bir şey taşır gibi elleri havada,
yürümeye başlamışlar; aslında hiçbir şey görmediklerini belli etmemeleri
gerekiyormuş.
Böylece muhteşem tahtırevanına kurulup tören alanına gitmiş imparator…
Sokaklarda, pencerelerde toplanan halk: “Aman Tanrım, imparatorun yeni
elbiseleri eşsiz güzellikte! Ya pelerininin eteği! Hepsi ne kadar da
yakışmış!” diye bağrışmış. Kimse bir şey görmediğini söylemeye yanaşmamış;
çünkü ya işlerinden olacaklar ya da sırılsıklam aptal oldukları çıkacakmış
ortaya…
Tam o sırada, bir çocuk bağırıvermiş: “Ama imparatorun üzerinde hiçbir şey
yok ki!” “Aman Tanrım! Duydunuz mu şu masumun sesini!” demiş babası;
çocuğun söyledikleri kulaktan kulağa fısıldanarak yayılmış.
“İmparatorun üstünde hiçbir şey yokmuş, şurada bir çocuk öyle demiş,
imparator çıplakmış!”
Sonunda herkes, “İmparator çıplak, imparator çıplak!” diye bağırmaya
başlamış. İmparatorun içine bir kurt düşmüş; aslında o da halkın haklı
olduğunun farkındaymış ama: “Şu anda hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan
başka çare yok!” diye düşünmüş ve gayet kibirli bir tavır takınmış.
Mabeyinciler de, olmayan pelerinin eteğini tutarak yürümeye devam
etmişler.
|
İstediğiniz Kitaplara Ulaşabilmek İçin

İletişim
masallar@parkecila.net
|