Shorhan

"Barbarlık Varsa Bilgelik de Vardı"

                                                                    

Ahmet Garip 'in fantastik romanı "Shorhan" ı online olarak okuyabilirsiniz

                             

Birinci Bölüm

"Bütün Aşklarda Sınanmadan Sevdana Sevda Demeyeceğim"

 

İkinci Bölüm

"İlahların Cezası
Vadi Yolunda Büyücülerle Savaş"

 

Üçüncü Bölüm

"Lacond Söylentisi"

 

Dördüncü Bölüm

"Koşin ve Duran Birliği"

 

Beşinci Bölüm

"Güney’in Kalbi Vadide Atıyordu"

 

Altıncı Bölüm

"Umut Doğar Umutsuzluktan, Bir Dost Gözü Görmeye Gör"

 

Yedinci Bölüm

"Kavga Sürüyor"

 

Sekizinci Bölüm

"Kader Kedersiz Aşılmamıştır Hiç "

 

Dokuzuncu Bölüm

"Sıcak Çayır Savaşı "

 

Onuncu Bölüm

"Düşüşlerin Habercisiydi Zaman"

 

Onbirinci Bölüm

"Vadideki Şüphe"

 

Onikinci Bölüm

"Tanrılar Ovası’nda Tarih Akıyordu"

 

Onüçüncü Bölüm

"Elçilere Zeval Olmaz"

 

"Ondördüncü Bölüm"

“Tarih Olur, Yiğitçe Bir Cesarete Denk Geldiğinde Zaman”

 

"Onbeşinci Bölüm"

“Sıra Bizde Ulular”

 

"Onaltıncı Bölüm"

“Hayat Dengeleri Gözetir”

 

"OnyedinciBölüm"

 “Yolcular Yolda Gerek, Sorumlular İyileştirsin Güney’in Yaralarını”

 

Altıncı Bölüm

"Umut Doğar Umutsuzluktan, Bir Dost Gözü Görmeye Gör"

  

                                                                                "Zaman durmadı kuşkusuz, yavaşlıyor, sadece bazen;
dünya sonsuz değil biliyorum, olabildiğince sessiz uzanıyor
alabildiğine, sadece denizlere kadar"
(Bir Shorhan Met sözü)
 

Tanrılar ovasında güneş, tam göğün ortasındaydı. Ama sonbaharın son günleriydi ve yakıcı değildi. Güzel ve hoş bir rüzgâr esintisi vardı. Ova tamamen sessizliğe gömülmüştü. Bütün ova halkı, ovanın birleşik toplantısından gelecek sonuçları bekliyordu. Her haneden bir ya da iki kişi toplantıdaydı. Birleşik toplantının daha önce tam olarak ne zaman yapıldığını kimse hatırlamıyordu. Ama yarım yüzyıldan daha çok olduğu kesindi. İnsanların, karanlığın ilahları sayılanları ve büyücülerini, kendi aralarındaki sorunlarda, kendilerine taraf yapmak için çağırdığı zamanlardan çok sonraydı bu. Karanlığın güçleri, önce çok iyi niyetli görünüyorlardı, onların müthiş ve dehşetli güçleri vardı. Bu dehşetli gücü, kendi tarafına çekecek klan, Güney’in bütün insanlığını emri altına alabilecekti. Böylece devzulların ve büyücülerin gücünü tüm insanları hakimiyetleri altına alabilmek için kullanacaklardı. Oysa her şey , bu öngörünün tam tersi olmuştu. Devzullar ve büyücüler, tüm bölgeyi tanıyana ve tam olarak yerleşene kadar, tüm klanlara hoş göründüler. Yardım ettiler, mahsuller verimli oldu, yağmurlar yıkıcı değildi, sıcaklar daha uzun sürüyordu. Toprak bire yüz veriyordu. Hastalıktan kırılan klanlarda, hastalıklar iyice azaldı. Sürekli göç halinde olan klanlar, yerleşik hayata geçtiler. Hayvanlar ve ormanlar daha sağlıklıydı. Ava giden avcılar, en az, aylık ihtiyacını karşılayıp öyle dönüyorlardı. Klanları birbirinden ayıran kayalıkları ve dağları havaya uçurarak yollar yaptılar. Tüm klanlardan gençleri alıp, eğiterek, bütün güneyde malzeme taşınmasını ve haberleşmeyi kolaylaştırdılar. Dağların altından, gençlere bir maden çıkarttılar, ne kömürdü ne de petrol. Ne tam katıydı ne de sıvı denilebilirdi. Ama çıkarılan maden tüm güneyin ısınmasını sağladı. Ateş alıyordu ve çok uzun süre yanıyordu. Neredeyse bütün klanlar, büyücülere ve devzullara hediyeler yağdırdılar. Bazı köylerde adlarına kurbanlar kesildi. Sonra kayalıkları ve dağları yine uçurarak, derelerden ve ırmaklardan tüm köylere su gelmesini sağladılar. Ama emirlerindeki gençler o kadar çoğalmıştı ki, köylerde neredeyse genç kalmamıştı. Üstelik gençlerin hali, tavrı değişmeye başlamıştı. Büyücü ve devzulların dışında kimsenin sözünü dinlememeye başlamışlardı. Çalışmadıkları her zaman uyudukları görülüyordu. Başlangıçta, klanlar yorgunluğa verdiler bunu. Onların efsunlandıklarını anladıklarında artık iş işten geçmiş sayılırdı. Gençlerin çoğu, onların emrindeydiler ve silahlandırılmışlardı. Sadece başından itibaren, büyücü ve devzullara karşı çıkan, köylerine sokmayan, kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayan, Alamoon ve Sena'nınki gibi klanlar dışında, bir çok klan, gerekli çabayı harcamadan ihtiyaçlarının karşılanmasına öyle alışmışlardı ki, seslerini çıkarmadılar. Bu dönemde Alamoon ve Sena grubuna katılan klan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Alamoon ve Sena grubunun başından itibaren Tanrılar Ovası savaşçılarıyla ilişkileri iyiydi. Devzullar ve büyücüler ise onlardan nefret ediyorlardı. Bu yüzden Tanrılar Ovası’nın sakinleri ile ilişkileri iyi olan tüm klanlara el altından zorluk çıkardılar ve saldırılarda bulundular. Alamoon ise, bu gelişmeye aynı sertlikle cevap verdi ve etrafındaki tüm klanlarla tam bir savunma hattı kurdu. Her saldırıyı karşılamaya, püskürtmeye çalıştılar. Zamanla tüm güneyde, bazı yolları, sadece Alamoon grubunun savaşçıları denetler oldular. Tanrılar Ovası, Alamoon'a savunmasında daima destek oldu. Ama hepsi o kadar, Aradan çok uzun yıllar geçti. Devzullar ve büyücüler neredeyse, tüm güneyde egemenliklerini kurdular. Yaşlıları öldürüp, çocukları aldılar. Kadınları kaçırıp, rekler haline dönüştürdükleri askerlere sundular. Vahşilik bütün bir yaşama egemen oldu.Tüm batının ve doğunun kapılarını Güney’e kapadılar. Batıdan getirdikleri soysuzları da, reklere takımbaşı yaptılar. Onların hiç acıması ve vicdanı yoktu. Artık Güney’de direnen tüm klanları yok etmek ve Tanrılar Ovası’nın etkinliğini, Güney’den kaldırmak istiyorlardı. Bu yüzden topladıkları bedelleri kat be kat artırmışlardı. Bunları hem reklerin yaşamı için, hem de batıdaki vahşileri kandırmak için kullanıyorlardı. Aynı zamanda, klanların elinde olan, onlara güç verebilecek hiçbir şeyi bırakmak istemiyorlardı. Doğudan, kendi güç alanlarından getirdikleri büyücüler ve savaşçı vahşileri de kahredici ordular kurmakta kullanıyorlardı. Ordularını oluşturanların gözü, bollukla boyanıyor ve ruhları efsunla uyuşturuluyordu. Savaşta bu halleriyle Shorhan ve arkadaşlarının karşısında çok etkili olamasalar da, çok kalabalık olmaları, köylerden sürekli çocuk toplamaları ve batı ile doğudan gelenlerin, giderek artan bir şekilde Güney’e akmaları sebebiyle güçsüzlüklerinin pek bir önemi kalmıyordu.
Yolları ve önemli yerleri, kalabalık güçlerle denetliyorlardı. Ama hâlâ Tanrılar Ovası’nın çevresine bile yaklaşamamışlardı. Tanrılar Ovası herkes için bir sırdı ve öyle kalacaktı. Oraya bir şekilde giren canlılar geri döndüklerinde ne girişlerini ne de çıkışlarını hatırlarlardı.

 

Tanrılar Ovası sessizliğe bürünmüştü ve nehir boyunca yürüyen iki çocuk dışında, hiçbir hareket görülmüyordu.

Küçük Met ve Koşin'in kız kardeşi Efil, dün geceden beri üçüncü büyük yürüyüşlerine çıkmışlardı.

Efil, "Koşin'i çok merak ediyorum, acaba Duran'a yetişebildi mi?" diye söylendi kendi kendine.

Küçük Met, "Sen nereden öğrendin bunu?" diye sordu.

Efil, "Firuz'la Koşin'in konuşmasını duydum."

"Ama nasıl olur Efil, sen hep benimle birlikteydin." diye karşı çıktı küçük Met.

Efil, "Tanrılar ovası sakinlerinin her zaman, başkalarının anlayamadığı yetenekleri olmuştur, Met" dedi.

"Fakat, Duran'ın gittiğini söylediğin bölge çok uzak, bu kadar kısa zamanda nasıl haber alabildiler ki?" diye yine itiraz etti küçük Met.
"Haberci Zena'ydı Met. Duran'ın durumunu düşüncelerinde gördü. Zena Tanrılar Ovası’nın en deneyimli ve en savaşçı tanrıçasıdır. Onun yetenekleri hepimizden üstündür. Acıları da yeteneklerine göredir"

Met, "Zena'yı birkaç saat önce gördüğümde çok iyi ve çok güzeldi. Oysa buraya gelirken, çok ciddi yaraları ve ağrıları vardı. Çok halsizdi, atın üstünde duramayacağından bile korktuğumu itiraf etmeliyim. Nasıl bu kadar kısa sürede tekrar gücüne kavuşabildi?”

Efil gülümseyerek, "Firuz sağolsun, o mucizeler yaratmıştır her zaman. Her dersinde tekrarlatır bize, dünyada her dert için birden fazla şifa olduğunu."

Met utanarak sormaya devam etti."Ben niye hatırlamıyorum , buraya nasıl geldiğimi, en son hatırladığım, kaya duvarlarına yöneldiğimizdi."

Efil kendi kendine gülmeye devam ediyordu. "Met, senin inatçı biri olduğunu zaten anlamıştım. Ama bu kadarını ummuyordum. Dün geceden beri bu soruyu defalarca sordun ve ben her seferinde bu soruyu cevaplamamızın yasak olduğunu, sana bir şey söyleyemeyeceğimi anlattım. Bizim yasalarımıza saygılı olmalısın."

Met utanarak, "Özür dilerim. Son kez şansımı denemek istedim. Ama inat konusunda sen de benden geride kalmadığını göstermiş oldun."

Efil, "Met" dedi, "Zena'nın hayatını kurtardığını duydum konuşmalarda. Zena gibi tüm Güney’in koruyucusu bir tanrıçayı nasıl kurtarabildin? Buna inanamıyorum ve çok kıskanıyorum doğrusu."

Met bıyık altından güler gibi tebessüm etti. "Yaptığım bir şey yok, ben yapmasaydım Alamoon yapacaktı. Büyücü Rilte, uzun zamandır köyüme ve klanıma felâketler getirmişti. Onunla savaşan herkes benim dostumdur. Sadece bir ok fırlattım."

Efil küçük Met'e sevgiyle baktı ve onu tutup yanaklarından öptü.

 “Bunun için sana teşekkür ederim Met. Zena'nın başına bir şey gelmesi tüm Güney için bir felâket ve ovamız için sonsuz zamanların büyük hüznü olurdu. Seni hiçbir zaman unutmayacağımıza emin olabilirsin."

Küçük Met utanmış gibi başımı eğmişti.

 "Umarım ben de seni hatırlayabilirim. Anlattıklarından hiçbir şey hatırlayamayacağımdan korkuyorum."

Efil, "Merak etme, eğer yüreğindeki duyguların sağlamsa, gördüğün insanları sen istemediğin sürece unutmazsın." dedi.

"Öyleyse seni her zaman hatırlayacağımdan emin olabilirsin Efil." dedi küçük Met.

Efil, Met'in elini tutmuştu.  "Haydi dönelim artık" dedi
 

Birleşik Güney’in Vadisi

 

Alamoon Vadi’deki masanın başından, oturduğu yerden ayağa kalktı ve uzun masada oturan tüm savaşçılara, bilgelere, klan büyüklerine bakarak, ağzındaki piposunu çıkarıp masaya koydu. Sakin görünmeye çalışıyordu ama onu iyi tanıyanlar yüzündeki gerilimi kolayca anlayabilirlerdi. İki eliyle masaya dayanarak konuşmasına başladı. "Şu anda Vadide bulunan tüm Vadi halkını tekrar sevgiyle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum." dedi ve devam etti, "Dün akşamdan gece yarısına ve sonra neredeyse şafağa kadar tüm savaşçılar, bilgeler ve büyükler konuştu. Şartlar müsaade ederse, yarın şafağa kadar da konuşacağız ve yarın bütün gün herkesin tekrar, ahengimizi bulmak için düşüneceği bir gün olacak. Yarın akşam vakti son kararları vermek üzere tekrar bir araya geleceğiz. Bu akşam, eğer bir savaş kazanılabilirse, Zena, şu anda masamızda bulunmayan Shorhan Met ve savaşçıları, Kuzey’in Şahin'i Duran ve Prenses Koşin, ve yaralı Ruz'da diğer savaşçılarla birlikte bizlere katılacaklar. Sözlerime şu anda Vadi’deki herkesi ilgilendiren tüm Güney’in güvenlik durumunu özetleyerek devam edeceğim. Belki bu söyleyiş düşüncelerinizi olgunlaştırmaya, geleceği öngörmeye, şartların zorluğunu anlamaya hepiniz için yardımcı olur" Alamoon, piposunu körükleyip, birkaç nefes alarak, bir tas su içti ve devam etti. "Dün gece burada toplantı sürerken, Kuzey’e açılan geçitlerde savaşçılarımız büyük güçleri yavaşlatmayı becerdiler. Kuzey’e geçmeyi başaran karanlık güçler, Duran ve Koşin komutasındaki savaşçılar tarafından yok edildiler. Bu çatışmalarda 8 savaşçımızı yitirdik.  Uzun süredir bu denli büyük bir  darbeyi bir gecede almamıştık.

Zena'nın yolunu kesmek için hareket ettiğini tahmin ettiğimiz, olağanüstü büyüklükte olduğu söylenen bir ordunun geri beslemelerini Ruz ve birliği dağıttı. Ruz yaralı. Umarım yoluna devam edecektir. Şu anda Vadi’ye doğru yaklaşmakta olan, yüz kişilik, büyücü ve devzulları da barındıran güçlerin tam olarak uzaklıklarını bilmiyoruz. Habercileri bekliyoruz. Shorhan ve arkadaşları birkaç saat önce Rüzgârlı Tepe'ye doğru yola çıktılar. Bu kararımızı, oraya yönelen karanlık ordunun büyüklüğünden dolayı aldık. Duran ve Koşin geçitleri güçlendirip, geriye kalanlarla Ruz'un yardımına koştular. Umarım yetişirler. Bir süre sonra Rüzgârlı Tepe civarında eşitsiz, müthiş bir savaş başlayacak. Bu savaşın kazanılması, tüm Güney için yaşamsal bir önemdedir. Eğer olanları okumam doğru ise, Rüzgârlı Tepe'ye yönelen karanlık ordunun devasa boyutta olması, sadece orada yaşanacak olan savaşa hazırlık değildir. O ordunun asıl hedefi Vadi’dir. O tepede Vadi’nin kaderi yazılacaktır. Devzullar ve büyücüler tüm Güney klanlarının, Vadi’de, geleceğin kapılarını görmek ve açmak için toplandığını biliyorlar. Buradan dağıldıktan sonra, işlerinin zorlaşacağını onlar da biliyorlar. Bu yüzden, tüm işi bir kerede bitirmek istiyorlar. Bu yüzden, hemen almamız gereken kararlar var. Konuşmaları bir süreliğine, kısa görüşmelerle kesmemin sebebi budur."

O sırada nöbetçi kulelerinde bir hareketlilik oldu. Seyn masadan izin isteyerek kalktı ve vadinin girişine doğru yürüdü. Uzaktan hızla yaklaşan bir atlı göründü. Atın hızı ve at sürücüsünün giyiminden Tanrılar Ovası savaşçılarından olduğu belli oluyordu. Seyn savaşçıyı karşıladı ve ayak üstü bir konuşmadan sonra onu bir çadıra soktu. Sonra kendisi masaya geri döndü ve Alamoon'a bir şeyler fısıldadı.

Alamoon konuşmasına devam etti. "Vadiye gelen, yüz kişilik düşman gücü, bir güneş adımı uzaklıktaymış. Yani fazla zamanımız yok"
Alamoon, Seyn'n kulağına bir şeyler fısıldadı ve Seyn masadaki bazı savaşçıların anlayabileceği bir işaretle, elini yumruk yapıp çevirdi. Masadan yirmi kadar savaşçı ve Seyn, izin isteyerek ayrıldılar. Savaşçılar çadırlarına girerek, kuşandılar ve vadi girişinde kümelenmiş genç savaşçılarla birlikte atlarına atlayarak, kuzey yoluna yöneldiler.

Alamoon devam etti. "Önerisi olanları dinliyorum."

Sena ayağa kalktı ve, "Alamoon, madem ki, durum bu kadar vahimdir, öyleyse toplantıyı devam ettirmenin bir anlamı yoktur. Kalkalım ve tüm klanlar, tüm güçleriyle, Rüzgârlı Tepe'ye hareket etsin." dedi.

Alamoon, "Sena" dedi, "artık ok yaydan çıktı. Şu anda Güney’in kararları alınamaz ve birleşik yol bulunamazsa, bil ki bundan sonra hiçbir zaman buna fırsat bulamayacağız. Onlar bunu tahmin etmiyorlardı. Ama biz, buna cesaret ettik ve sonunu getirmeliyiz. Bugün yapılan ve yapılacak olan savaşlar ne kadar önemliyse, bilin ki bu toplantıdan çıkacak sonuçlar ve atılacak adımlar da o kadar önemlidir. Attığımız adımı geri çekmemeliyiz, aksine savunmalıyız."

Alamoon sözünü bitirmeden ayağa kalkan en yaşlı bilge, toplantılar boyunca Alamoon'a en çok karşı çıkanlardan biriydi ve şöyle konuştu. "Alamoon, sözlerin, aklın ve gönlün sözleridir. Sana katılıyorum. Bu toplantıyı dağıtmak, büyücülerin en çok istediği şeydir. Bu yüzden büyük ordularını harekete geçirdiler. Önerim şudur; savaşmak isteyen ve buna hazırlıklı olan tüm klanlardan yetkili birer savaşçı, buradan ayrılarak klanlarına dönsün ve savaşçılarını alarak, Rüzgârlı Tepe'ye gitsin. Böylece hem buradaki işimiz, hem de mücadele alanlarımız yalnız ve yarım kalmayacaktır. Anladığım kadarıyla, buraya yaklaşmakta olan güce karşı Seyn harekete geçti bile. Eğer sözlerime karşı çıkan yoksa klan bilgeleri, hangi savaşçıları klanlarına göndereceklerine karar versinler."

Alamoon uzun masaya göz attı ve herkesin başıyla onayladığını gördü. "Bence de son derece yiğit bir öneri bu, öyleyse yarım güneş adımı mola veriyoruz." dedi ve büyük çadıra doğru yürüdü.