|
"Bütün Aşklarda Sınanmadan Sevdana Sevda Demeyeceğim"
"İlahların
Cezası
"Güney’in Kalbi Vadide Atıyordu"
"Umut Doğar Umutsuzluktan, Bir Dost Gözü Görmeye Gör"
"Kader Kedersiz Aşılmamıştır Hiç "
"Düşüşlerin Habercisiydi Zaman"
"Tanrılar Ovası’nda Tarih Akıyordu"
“Tarih Olur, Yiğitçe Bir Cesarete Denk Geldiğinde Zaman”
“Yolcular Yolda Gerek, Sorumlular İyileştirsin Güney’in Yaralarını”
|
Altıncı Bölüm
"Umut Doğar Umutsuzluktan, Bir Dost Gözü Görmeye Gör"
"Zaman durmadı kuşkusuz, yavaşlıyor, sadece bazen;
Tanrılar ovasında güneş, tam göğün ortasındaydı. Ama sonbaharın son
günleriydi ve yakıcı değildi. Güzel ve hoş bir rüzgâr esintisi vardı.
Ova tamamen sessizliğe gömülmüştü. Bütün ova halkı, ovanın birleşik
toplantısından gelecek sonuçları bekliyordu. Her haneden bir ya da iki
kişi toplantıdaydı. Birleşik toplantının daha önce tam olarak ne zaman
yapıldığını kimse hatırlamıyordu. Ama yarım yüzyıldan daha çok olduğu
kesindi. İnsanların, karanlığın ilahları sayılanları ve büyücülerini,
kendi aralarındaki sorunlarda, kendilerine taraf yapmak için çağırdığı
zamanlardan çok sonraydı bu. Karanlığın güçleri, önce çok iyi niyetli
görünüyorlardı, onların müthiş ve dehşetli güçleri vardı. Bu dehşetli
gücü, kendi tarafına çekecek klan, Güney’in bütün insanlığını emri
altına alabilecekti. Böylece devzulların ve büyücülerin gücünü tüm
insanları hakimiyetleri altına alabilmek için kullanacaklardı. Oysa her
şey , bu öngörünün tam tersi olmuştu. Devzullar ve büyücüler, tüm
bölgeyi tanıyana ve tam olarak yerleşene kadar, tüm klanlara hoş
göründüler. Yardım ettiler, mahsuller verimli oldu, yağmurlar yıkıcı
değildi, sıcaklar daha uzun sürüyordu. Toprak bire yüz veriyordu.
Hastalıktan kırılan klanlarda, hastalıklar iyice azaldı. Sürekli göç
halinde olan klanlar, yerleşik hayata geçtiler. Hayvanlar ve ormanlar
daha sağlıklıydı. Ava giden avcılar, en az, aylık ihtiyacını karşılayıp
öyle dönüyorlardı. Klanları birbirinden ayıran kayalıkları ve dağları
havaya uçurarak yollar yaptılar. Tüm klanlardan gençleri alıp, eğiterek,
bütün güneyde malzeme taşınmasını ve haberleşmeyi kolaylaştırdılar.
Dağların altından, gençlere bir maden çıkarttılar, ne kömürdü ne de
petrol. Ne tam katıydı ne de sıvı denilebilirdi. Ama çıkarılan maden tüm
güneyin ısınmasını sağladı. Ateş alıyordu ve çok uzun süre yanıyordu.
Neredeyse bütün klanlar, büyücülere ve devzullara hediyeler yağdırdılar.
Bazı köylerde adlarına kurbanlar kesildi. Sonra kayalıkları ve dağları
yine uçurarak, derelerden ve ırmaklardan tüm köylere su gelmesini
sağladılar. Ama emirlerindeki gençler o kadar çoğalmıştı ki, köylerde
neredeyse genç kalmamıştı. Üstelik gençlerin hali, tavrı değişmeye
başlamıştı. Büyücü ve devzulların dışında kimsenin sözünü dinlememeye
başlamışlardı. Çalışmadıkları her zaman uyudukları görülüyordu.
Başlangıçta, klanlar yorgunluğa verdiler bunu. Onların efsunlandıklarını
anladıklarında artık iş işten geçmiş sayılırdı. Gençlerin çoğu, onların
emrindeydiler ve silahlandırılmışlardı. Sadece başından itibaren, büyücü
ve devzullara karşı çıkan, köylerine sokmayan, kendi ihtiyaçlarını
kendileri karşılayan, Alamoon ve Sena'nınki gibi klanlar dışında, bir
çok klan, gerekli çabayı harcamadan ihtiyaçlarının karşılanmasına öyle
alışmışlardı ki, seslerini çıkarmadılar. Bu dönemde Alamoon ve Sena
grubuna katılan klan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Alamoon ve
Sena grubunun başından itibaren Tanrılar Ovası savaşçılarıyla ilişkileri
iyiydi. Devzullar ve büyücüler ise onlardan nefret ediyorlardı. Bu
yüzden Tanrılar Ovası’nın sakinleri ile ilişkileri iyi olan tüm klanlara
el altından zorluk çıkardılar ve saldırılarda bulundular. Alamoon ise,
bu gelişmeye aynı sertlikle cevap verdi ve etrafındaki tüm klanlarla tam
bir savunma hattı kurdu. Her saldırıyı karşılamaya, püskürtmeye
çalıştılar. Zamanla tüm güneyde, bazı yolları, sadece Alamoon grubunun
savaşçıları denetler oldular. Tanrılar Ovası, Alamoon'a savunmasında
daima destek oldu. Ama hepsi o kadar, Aradan çok uzun yıllar geçti.
Devzullar ve büyücüler neredeyse, tüm güneyde egemenliklerini kurdular.
Yaşlıları öldürüp, çocukları aldılar. Kadınları kaçırıp, rekler haline
dönüştürdükleri askerlere sundular. Vahşilik bütün bir yaşama egemen
oldu.Tüm batının ve doğunun kapılarını Güney’e kapadılar. Batıdan
getirdikleri soysuzları da, reklere takımbaşı yaptılar. Onların hiç
acıması ve vicdanı yoktu. Artık Güney’de direnen tüm klanları yok etmek
ve Tanrılar Ovası’nın etkinliğini, Güney’den kaldırmak istiyorlardı. Bu
yüzden topladıkları bedelleri kat be kat artırmışlardı. Bunları hem
reklerin yaşamı için, hem de batıdaki vahşileri kandırmak için
kullanıyorlardı. Aynı zamanda, klanların elinde olan, onlara güç
verebilecek hiçbir şeyi bırakmak istemiyorlardı. Doğudan, kendi güç
alanlarından getirdikleri büyücüler ve savaşçı vahşileri de kahredici
ordular kurmakta kullanıyorlardı. Ordularını oluşturanların gözü,
bollukla boyanıyor ve ruhları efsunla uyuşturuluyordu. Savaşta bu
halleriyle Shorhan ve arkadaşlarının karşısında çok etkili olamasalar da,
çok kalabalık olmaları, köylerden sürekli çocuk toplamaları ve batı ile
doğudan gelenlerin, giderek artan bir şekilde Güney’e akmaları sebebiyle
güçsüzlüklerinin pek bir önemi kalmıyordu.
Tanrılar Ovası sessizliğe bürünmüştü ve nehir boyunca yürüyen iki çocuk
dışında, hiçbir hareket görülmüyordu.
Küçük Met ve Koşin'in kız kardeşi Efil, dün geceden beri üçüncü büyük
yürüyüşlerine çıkmışlardı.
Efil, "Koşin'i çok merak ediyorum, acaba Duran'a yetişebildi mi?" diye
söylendi kendi kendine.
Küçük Met, "Sen nereden öğrendin bunu?" diye sordu.
Efil, "Firuz'la Koşin'in konuşmasını duydum."
"Ama
nasıl olur Efil, sen hep benimle birlikteydin." diye karşı çıktı küçük
Met.
Efil, "Tanrılar ovası sakinlerinin her zaman, başkalarının anlayamadığı
yetenekleri olmuştur, Met" dedi.
"Fakat,
Duran'ın gittiğini söylediğin bölge çok uzak, bu kadar kısa zamanda
nasıl haber alabildiler ki?" diye yine itiraz etti küçük Met.
Met, "Zena'yı birkaç saat önce gördüğümde çok iyi ve çok güzeldi. Oysa
buraya gelirken, çok ciddi yaraları ve ağrıları vardı. Çok halsizdi,
atın üstünde duramayacağından bile korktuğumu itiraf etmeliyim. Nasıl bu
kadar kısa sürede tekrar gücüne kavuşabildi?”
Efil gülümseyerek, "Firuz sağolsun, o mucizeler yaratmıştır her zaman.
Her dersinde tekrarlatır bize, dünyada her dert için birden fazla şifa
olduğunu."
Met
utanarak sormaya devam etti."Ben niye hatırlamıyorum , buraya nasıl
geldiğimi, en son hatırladığım, kaya duvarlarına yöneldiğimizdi."
Efil kendi kendine gülmeye devam ediyordu. "Met, senin inatçı biri
olduğunu zaten anlamıştım. Ama bu kadarını ummuyordum. Dün geceden beri
bu soruyu defalarca sordun ve ben her seferinde bu soruyu cevaplamamızın
yasak olduğunu, sana bir şey söyleyemeyeceğimi anlattım. Bizim
yasalarımıza saygılı olmalısın."
Met
utanarak, "Özür dilerim. Son kez şansımı denemek istedim. Ama inat
konusunda sen de benden geride kalmadığını göstermiş oldun."
Efil, "Met" dedi, "Zena'nın hayatını kurtardığını duydum konuşmalarda.
Zena gibi tüm Güney’in koruyucusu bir tanrıçayı nasıl kurtarabildin?
Buna inanamıyorum ve çok kıskanıyorum doğrusu."
Met
bıyık altından güler gibi tebessüm etti. "Yaptığım bir şey yok, ben
yapmasaydım Alamoon yapacaktı. Büyücü Rilte, uzun zamandır köyüme ve
klanıma felâketler getirmişti. Onunla savaşan herkes benim dostumdur.
Sadece bir ok fırlattım."
Efil küçük Met'e sevgiyle baktı ve onu tutup yanaklarından öptü.
“Bunun
için sana teşekkür ederim Met. Zena'nın başına bir şey gelmesi tüm Güney
için bir felâket ve ovamız için sonsuz zamanların büyük hüznü olurdu.
Seni hiçbir zaman unutmayacağımıza emin olabilirsin."
Küçük Met utanmış gibi başımı eğmişti.
"Umarım
ben de seni hatırlayabilirim. Anlattıklarından hiçbir şey
hatırlayamayacağımdan korkuyorum."
Efil, "Merak etme, eğer yüreğindeki duyguların sağlamsa, gördüğün
insanları sen istemediğin sürece unutmazsın." dedi.
"Öyleyse
seni her zaman hatırlayacağımdan emin olabilirsin Efil." dedi küçük Met.
Efil, Met'in elini tutmuştu. "Haydi dönelim artık" dedi
Birleşik Güney’in Vadisi
Alamoon Vadi’deki masanın başından, oturduğu yerden ayağa kalktı ve uzun
masada oturan tüm savaşçılara, bilgelere, klan büyüklerine bakarak,
ağzındaki piposunu çıkarıp masaya koydu. Sakin görünmeye çalışıyordu ama
onu iyi tanıyanlar yüzündeki gerilimi kolayca anlayabilirlerdi. İki
eliyle masaya dayanarak konuşmasına başladı. "Şu anda Vadide bulunan tüm
Vadi halkını tekrar sevgiyle selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum."
dedi ve devam etti, "Dün akşamdan gece yarısına ve sonra neredeyse
şafağa kadar tüm savaşçılar, bilgeler ve büyükler konuştu. Şartlar
müsaade ederse, yarın şafağa kadar da konuşacağız ve yarın bütün gün
herkesin tekrar, ahengimizi bulmak için düşüneceği bir gün olacak. Yarın
akşam vakti son kararları vermek üzere tekrar bir araya geleceğiz. Bu
akşam, eğer bir savaş kazanılabilirse, Zena, şu anda masamızda
bulunmayan Shorhan Met ve savaşçıları, Kuzey’in Şahin'i Duran ve Prenses
Koşin, ve yaralı Ruz'da diğer savaşçılarla birlikte bizlere katılacaklar.
Sözlerime şu anda Vadi’deki herkesi ilgilendiren tüm Güney’in güvenlik
durumunu özetleyerek devam edeceğim. Belki bu söyleyiş düşüncelerinizi
olgunlaştırmaya, geleceği öngörmeye, şartların zorluğunu anlamaya
hepiniz için yardımcı olur" Alamoon, piposunu körükleyip, birkaç nefes
alarak, bir tas su içti ve devam etti. "Dün gece burada toplantı
sürerken, Kuzey’e açılan geçitlerde savaşçılarımız büyük güçleri
yavaşlatmayı becerdiler. Kuzey’e geçmeyi başaran karanlık güçler, Duran
ve Koşin komutasındaki savaşçılar tarafından yok edildiler. Bu
çatışmalarda 8 savaşçımızı yitirdik. Uzun süredir bu denli büyük bir
darbeyi bir gecede almamıştık.
Zena'nın yolunu kesmek için hareket ettiğini tahmin ettiğimiz,
olağanüstü büyüklükte olduğu söylenen bir ordunun geri beslemelerini Ruz
ve birliği dağıttı. Ruz yaralı. Umarım yoluna devam edecektir. Şu anda
Vadi’ye doğru yaklaşmakta olan, yüz kişilik, büyücü ve devzulları da
barındıran güçlerin tam olarak uzaklıklarını bilmiyoruz. Habercileri
bekliyoruz. Shorhan ve arkadaşları birkaç saat önce Rüzgârlı Tepe'ye
doğru yola çıktılar. Bu kararımızı, oraya yönelen karanlık ordunun
büyüklüğünden dolayı aldık. Duran ve Koşin geçitleri güçlendirip, geriye
kalanlarla Ruz'un yardımına koştular. Umarım yetişirler. Bir süre sonra
Rüzgârlı Tepe civarında eşitsiz, müthiş bir savaş başlayacak. Bu savaşın
kazanılması, tüm Güney için yaşamsal bir önemdedir. Eğer olanları okumam
doğru ise, Rüzgârlı Tepe'ye yönelen karanlık ordunun devasa boyutta
olması, sadece orada yaşanacak olan savaşa hazırlık değildir. O ordunun
asıl hedefi Vadi’dir. O tepede Vadi’nin kaderi yazılacaktır. Devzullar
ve büyücüler tüm Güney klanlarının, Vadi’de, geleceğin kapılarını görmek
ve açmak için toplandığını biliyorlar. Buradan dağıldıktan sonra,
işlerinin zorlaşacağını onlar da biliyorlar. Bu yüzden, tüm işi bir
kerede bitirmek istiyorlar. Bu yüzden, hemen almamız gereken kararlar
var. Konuşmaları bir süreliğine, kısa görüşmelerle kesmemin sebebi budur."
O
sırada nöbetçi kulelerinde bir hareketlilik oldu. Seyn masadan izin
isteyerek kalktı ve vadinin girişine doğru yürüdü. Uzaktan hızla
yaklaşan bir atlı göründü. Atın hızı ve at sürücüsünün giyiminden
Tanrılar Ovası savaşçılarından olduğu belli oluyordu. Seyn savaşçıyı
karşıladı ve ayak üstü bir konuşmadan sonra onu bir çadıra soktu. Sonra
kendisi masaya geri döndü ve Alamoon'a bir şeyler fısıldadı.
Alamoon konuşmasına devam etti. "Vadiye gelen, yüz kişilik düşman gücü,
bir güneş adımı uzaklıktaymış. Yani fazla zamanımız yok"
Alamoon devam etti. "Önerisi olanları dinliyorum."
Sena ayağa kalktı ve, "Alamoon, madem ki, durum bu kadar vahimdir,
öyleyse toplantıyı devam ettirmenin bir anlamı yoktur. Kalkalım ve tüm
klanlar, tüm güçleriyle, Rüzgârlı Tepe'ye hareket etsin." dedi.
Alamoon, "Sena" dedi, "artık ok yaydan çıktı. Şu anda Güney’in kararları
alınamaz ve birleşik yol bulunamazsa, bil ki bundan sonra hiçbir zaman
buna fırsat bulamayacağız. Onlar bunu tahmin etmiyorlardı. Ama biz, buna
cesaret ettik ve sonunu getirmeliyiz. Bugün yapılan ve yapılacak olan
savaşlar ne kadar önemliyse, bilin ki bu toplantıdan çıkacak sonuçlar ve
atılacak adımlar da o kadar önemlidir. Attığımız adımı geri çekmemeliyiz,
aksine savunmalıyız."
Alamoon sözünü bitirmeden ayağa kalkan en yaşlı bilge, toplantılar
boyunca Alamoon'a en çok karşı çıkanlardan biriydi ve şöyle konuştu. "Alamoon,
sözlerin, aklın ve gönlün sözleridir. Sana katılıyorum. Bu toplantıyı
dağıtmak, büyücülerin en çok istediği şeydir. Bu yüzden büyük ordularını
harekete geçirdiler. Önerim şudur; savaşmak isteyen ve buna hazırlıklı
olan tüm klanlardan yetkili birer savaşçı, buradan ayrılarak klanlarına
dönsün ve savaşçılarını alarak, Rüzgârlı Tepe'ye gitsin. Böylece hem
buradaki işimiz, hem de mücadele alanlarımız yalnız ve yarım
kalmayacaktır. Anladığım kadarıyla, buraya yaklaşmakta olan güce karşı
Seyn harekete geçti bile. Eğer sözlerime karşı çıkan yoksa klan
bilgeleri, hangi savaşçıları klanlarına göndereceklerine karar versinler."
Alamoon uzun masaya göz attı ve herkesin başıyla onayladığını gördü. "Bence
de son derece yiğit bir öneri bu, öyleyse yarım güneş adımı mola
veriyoruz." dedi ve büyük çadıra doğru yürüdü.
|
|